Mevlânâ Hâlid'in (k.s.) Hayatı
Hicri 13. asrın, müceddidi olarak bilinen Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî [kuddise sirruhu], büyük bir âlim ve kâmil bir mürşiddir. İslâm dinine büyük hizmetlerde bulunmuştur. Hâlidiyye kolunun kurucusudur.
Asıl adı Ebü'l-Behâ Diyâüddin Hâlid b. Ahmed b. Hüseyin eş-Şehrezûrî'dir. Soyu baba tarafından Hz. Osman b. Affân'a [radıyallahu anh] dayandığı için kendisine "Osmani" denilmiştir. "Efendimiz, büyüğümüz" manasına gelen "Mevlânâ" ismiyle tanınmıştır. Babası "Şeşengüşt" (altıparmak) lakabıyla tanınan Pir Mikail, kâmil bir velidir. Mevlânâ Hâlid'in yetişmesinde babasının büyük emeği geçmiştir. Annesi ise, hem hayatı hem de asaleti ile bu bölgede tanınan büyük veli Pîr Hızır Fâtımî'nin soyundandır, anne tarafından nesebi Ehl-i beyt'e kadar uzanır.
Mevlânâ Hâlid [kuddise sirruhu], 1193'te (1779) Kerkük'e çok yakın olan Irak'ın Süleymaniye şehrine bağlı Kara dağ kasabasında dünyaya gelmiştir.
Çok zeki olan Mevlânâ Hâlid [kuddise sirruhu], ilim tahsiline küçük yaşta başlar. Akaid, sarf, nahiv, tefsir, hadis, kelâm, fıkıh, tasavvuf, mantık, hesap (matematik), belâgat vb. devrin bütün akli - nakli ilimlerini öğrenir ve bu alandaki ilmiyle şöhret kazanır.
Medreseyi bitirdikten sonra çeşitli derslerle ilmini artırır. Farklı âlimlerden matematik, geometri, astronomi, coğrafya dersleri alarak bu ilimleri güzel bir biçimde öğrenir. 1213 (1799) yılında yirmi yaşında hocası Şeyh Seyyid Abdülkerim Berzenci Hazretleri vefat edince Süleymaniye'deki medresede hocasının yerinde yedi yıl sürecek olan müderrislik görevini üstlenir.
Mevlânâ Hâlid [kuddise sirruhu] 1220 (1805) yılında hac ibadetini yapar, Süleymaniye'ye döner. Talebeleriyle derslerine başlar. Bu arada kendini Hakk'a ulaştıracak bir mürşidin özlemiyle yanıp tutuşmaktadır.
O günlerde Süleymaniye'ye, Mevlana Muhammed Derviş Azîmâbâdî (ö. 1240/1824) adında Abdullah Dihlevi hazretlerinin (kuddise sirruhu) halifesi olan kâmil bir veli Delhi'den gelir. Bir süre Süleymaniye'de kalmak için niyetlenir. Mevlânâ Hâlid (kuddise sirruhu), Azimâbâdi hazretlerini, Süleymaniye'deki medresenin müderrisi ve dönemin Süleymaniye'deki Şâfii mezhebi fıkıh âlimi sıfatıyla karşılar.
Mevlânâ Hâlid hazretleri misafirine;
"İçimde bir eksiklik var, bir mürşid-i kâmil arıyorum. Ancak bugüne kadar gönlümü dolduracak kâmil bir zat bulamadım. Bana ne yapmamı tavsiye edersiniz?"
Mevlânâ Muhammed Derviş Azîmâbâdî hazretleri,
"Delhi'de bir Allah dostu var, zamanın gavs-ı âzamıdır, kutb-i ekberidir, kâmil bir velidir. Dilersen seni onun dergâhına götüreyim. Bir defasında ben onun, 'Bu topraklara Anadolu'dan bir âlim gelecek!' dediğini işitmiştim. Ümit ederim ki o kişi sen olursun" der.
Bu sözler üzerine o anda içinde bir gönül huzuru hisseder. Mevlânâ Muhammed Derviş Azîmâbâdî hazretlerine sevgiyle sarılır. Süleymaniye'de bulunduğu sırada ona çokça hizmet eder. Bir müddet sonra da birlikte Delhi'ye doğru yola çıkarlar.
Mevlânâ Hâlid hazretleri 1224 (1809) yılında gönlündeki mürşidi bulmak üzere Hindistan'a çıkar ve bu yolculuğa çıkarken şöyle der:
"Maksudum vuslatımdır, ona varana kadar bütün zorlukları seveceğim,
Uzak da olsa aradığım, onu buluncaya kadar sabredeceğim.”
Mevlânâ Hâlid hazretleri, uzun bir yolculuktan sonra 1225 (1810) yılında Hindistan'a ulaşır. Şeyhlerin şeyhi, büyük âlim ve ârif Abdullah-ı Dehlevi hazretlerine (kuddise sirruhu] intisap eder ve böylece Nakşibendiyye yolunun terbiyesine girer. Beş ay gibi kısa bir zamanda "huzur ve müşahede ehli" olarak Abdullah- Dehlevi hazretlerinden icazet alır. Yaklaşık bir yıl kadar kaldıktan sonra memleketine döner ve irşad faaliyetlerine başlar. Mevlânâ Hâlid hazretlerinin dergâhı insanlarla dolup taşar, gelenler edeb elbisesine bürünüp onun ilminden ve güzel ahlakından istifade ederler.
Mevlânâ Hâlid [kuddise sirruhu] hazretlerinin yetiştirdiği halifeler, âlimler vesilesiyle Hâlidiye kolu, özellikle Müslümanların yaşadığı coğrafyada olmak üzere dünyanın dört bir yanına ulaşıp yayılmıştır.
Kısa ama bir o kadar da bereketli bir ömrün ardından, Mevlânâ Hâlid hazretleri 14 Zilkade 1242 (9 Haziran 1827) tarihinde Cenâb-ı Hakk'in rahmetine kavuşur. Cenaze namazını Şeyh Ismail Enârânî hazretlerinin isteği üzerine İbn Abidin hazretleri kıldırır. Onu Kâsiyün dağının eteğine defnederler.
Allah Teâlâ ona rahmet eylesin.
Yüce Allah bizleri, onun yolunda bereketlendirsin ve şereflendirsin. Âmin!
Kaynakça:Caliyetül Ekdar S.13,14,15,16,17 (Semerkand yayınları)